Kayıtlar

VERA

                     Hiç söylenmemiş sözler söylemeli  El değmemiş duru sözler sevdiğim için  Sevdiğim !  Şehir giysileri kıskanır ve bu yüzden bürünür geceye  Güneş gözlerinden beslenir ve saçlarını kollar görmek için  Sensizken; şehrin boş meydanlarında yürüdüm  Kalın puntolarla iri laflar ettim  Öfkemi saldım iri dişli postallar üzerine  ​ Sevdiğim! VERA!  Hangi çocuğu okşadın  Ellerinde gülden kokular,dilinde aşk nameleri  Söylesene VERA! hangi çocuğun adını andın  Sahi VERA!  En son ne zaman görmüştük Senayı?  Hatırlasana; deli kız sana emanet etmişti o bombaları  ​ Sevdiğim ! Bak umut kan pıhtısı rengine döndü  Sen VERA! Filistin’den geçerken sakın eteklerini toplama  Biraz kan bulaşmış şekilde çık karşıma  Ve sakın UNUTMA!!!  O ilk çocuğumuzdur.  Asırlardır dillerde olan Leyla’dır  Meryem’in suskunluğunda can bulan...

Paronayağın Şiiri

Gidişin, henüz iyileşmemiş yarayı terk eden kabuk kadar acımasız. Yalnızlığımdan öp beni; acıma, sız… Gir kimsesizliğimin can evine bir gece vakti. Çal kafesinden yüreğimi, Çal yayı kırık bir kemanla son senfoniyi, Ses tellerim incinsin hıçkırmaktan, İncelsin sesim, Cümle sonlarıma nokta olsun dudakların, Önce sesim kesilsin, sonra nefesim… Gitme… Diktatör bir cümle devrilsin dilimde, dur! Yani gitmesen… Kal! Ceplerinin karanlığına çaresizce sığınan ellerini çıkar. İki yanından aşağı asılan kollarını boynumdan sal. Dur işte, gitme kal. Bu defa bitmesin, uyutulmadan önce anlatılan bu son masal… Sustu içimde cıvıldayan çocuk. Yalvarışlarımın dili yok, her biri di’li geçmiş zaman çaresizliği. İyi hiçbir temenni bozmuyor haykırışlarımdaki bu çığlık çığlığa sessizliği. Çözemiyor ellerim aklının kördüğüm iplerini, Ve bakışlarının kör noktasından sızan siyahı… Siyahın tadı yok, Siyah anlamsız, Siyah, kırık bir ayna… Siyah, ne kadar benziyor bana! Sessiz, beyazsız… Siyah, senden kalan s...

Kan Reçetesi

Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet İşte benim bulutum pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle sana ey rengi tarihini utandıran elbise Yüzün hiç yabancı değil sen eski borazanların gedikli çalgıcısı sesine küflü ambarların kokusu sinmiş irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu. Burnum duymuyor ama seni uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor benim burnum benim burnum vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor genzim çatlıyor genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor el illizyonizmin sırça küresi. sana kim sus dedi Kalbim. Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken seni kim büyülemek istiyor Kalbim. Bildim hiç kuşkusuz su ...

Hayır Hayır

Hayır hayır hayır hayır Gökyüzünde bir çapak gibi duruyorken güneş Evlerde oturmak bana göre değil Elimde pergeller, gönyeler, iletkiler Bir gülün hacmini ölçmeye kalktım Yanıldığım kesin Yenildiğim belli değil Hayır hayır hayır hayır Bütün şiirlerimi odanın duvarına astım Ağzım kurudu tükürmekten Ömrümü cm2'lere böldüm de bir türlü anılarımı yazamadım Sarı peruka takmış bir acı Sokaklarda sürtüyor boyuna, barlarda benim adıma beş tek bir duble konuşuyor Ancak ölümle diyor, ancak ölümle sağalır yara Cebimde jeton var, uluslararası Sylvia Plath'ı arıyorum, mezarında buluyorum konyağını yudumlarken Bana daha bir incelmiş, ne bileyim daha bir güzelleşmiş gibi geliyor Thank you very much! diyorum ve jetonumun soluğu tükeniyor Cüzdanımda mor bir biletten başka bir şey yok Gecenin son otobüsü çoktan gitti Durdum ardından baktım Güneşi sabah sabah burnunu karıştırırken yakaladım Ay ağlıyordu ve bilmem kaç milyonuncu kez öldüğünü sanıyordu Parkta çükünden s...

Güvensiz Kalpleri Karaktersiz İnsanlara Borçluyuz

Nefret ettiğin ve güvenmediğin insanla iyi geçinme çabasına siz medeniyet diyorsunuz, ben sahtekârlık diyorum. O yüzden anlaşamıyoruz” diyen Charles  Bukowski  başlıktaki sözü de söylemiş. Yazarın 1994 yılında öldüğünü düşürseniz o günden bu güne bu konuda dünyada bir iyiye gidiş olmadığını düşünmek olası. Çünkü aynı sözün değişik versiyonları Bukowskiyi tanımayıp onun sözünü duymamış olanların da zaman zaman içinden geçiyor. Nedendir bilmem biz Türkler karşısındakilere zor güvenen insanlarız. Acaba neden ki? Babana bile Güvenme diye bir deyiş dünyanın bizden başka hangi ülkesinde var? Bu bile bir gösterge. B.Ç’nin ifade ettiği gibi “ Bu zamanda herkese kuşkuyla bakacaksın önce. Gazetelerde neler okuyoruz gör. Kuşkuyla yaklaş ki fazla zarar görmeyesin. Senin iyiliğin için söylüyoruz bunları.” Bir dönem büyüklerimizden en çok işittiğimiz sözler. Yaşadığımız günlerde insanların çoğu neden psikomatik hastalıklar ile uğraşıyor. İnsanlar ne özel yaşamlarında ne de iş yaşamında...

Meftun

Baktığın yerdeyim dedi bakmasını bil gördüğün perdeyim gözlerini sil hakîkata bakıyorsan kör olsan ne var hakîkat yolundaysan sürünsen ne ki perdeyi kaldır süründüğün yerdeyim...

Kaldırımlar

Sisli gecelerde arkadaşım oluyor o kaldırımlar, Ve sessiz kalıyor yol boyunca lambalar, Karanlığa kol açmış benim gibi ağaçlar, İçimde sensizlikten korkan bir ürperti var.